tr en

Herşeyde En İyisi Olmak…

Batı dünyası bireyi yüceltti. Ve bu zamanla uçlara gitmeye başladı. Çizgi romanlar bile süper kahramanlar üzerine kuruldu…

-Herşeyde en iyisi olmaya kalkanlar oldu. Ama her şeyin en iyisi olamazsınız. Belki bütüncül bir bakış açısına sahipseniz ve doğuştan yatkınlığınız varsa birkaç alanda birden uzmanlaşabilirsiniz. Bu tür kişilere Batı’da “renaissance man” (rönesans insanı) deniyor. Leonarda ya da Michelangelo gibi hem ressam, hem heykeltraş, hem mühendis, hem mimar vb. olabilen ve hepsinde de usta olan insanlar bunlar…

-Sonra baktılar ki bu çok zor, “her ne iş yapıyorsan o işin en iyisi ol!” dediler. “Çöpçü bile olacaksan en iyisi ol!” dediler. Kişilerin fonksiyonellikle EGO’larını birleştirmelerine neden oldu bu. Herkes kendini paraladı. Ancak bu toplumu 0-1’lere dönüştürdü. Yani bir tane kazanan ve binlerce kaybeden olmaya başladı. Kimse 2 numarayı hatırlamıyor artık. Bizde de futbolda sadece şampiyon var. Yani tek bir kahraman ve binlerce ezik…

-Baktılar bu da yürümüyor, şimdi “kendinin en iyisi ol!” diyorlar.
Peki kendinin en iyisi olmak ne demek?
Tüm limitlerine kadar kendini zorla demek. Mükemmel ol demek.
Peki ama niye?
Bu ODM’deki başarı karesi senin hayatının tek amacı demek. Sadece başarılı, fonksiyonel, üretkensen sen varsın demek.
Oysa ODM’de Huzur karesi de var. Huzur, mutluluk, ilişkiler, sevgi vb. de başarı kadar önemli…

Peki bizi gönüllü yarış atı yapan bu sistem sürdürülebilir mi ya da bizi mutlu ediyor mu?

Sadece insanları ve toplumları uçlara sürüklüyor…

Biz ODM’de şunu söylüyoruz.

Evet fonksiyonellik ve başarı gerekli. Sınırlı kaynaklar ve rekabet hayatın gerçekleri. Ama hayatın tamamı değil…

Batılı kişisel gelişim anlayışlarının gazına gelmeyin!
Bazı anne ve babalar başarılı çocuklar yetiştirmek adına çocuklarını telef ediyorlar…

Biz bu dünyaya hayatımızı kimsenin hatırlamayacağı anlamsız rekabetler ve EGO tepişmeleri için harcamaya gelmedik…

Özetle;

-Herşeyde en iyi olmak zorunda değiliz…
-Yaptığımız şeyin en iyisi olmak zorunda da değiliz…
-Kendimizin en iyisi olmak için gençliğimizi, hayatımızı, ilişkilerimizi harcamak zorunda da değiliz…

Öte yandan “En iyi” değil ama “daha iyi” olabiliriz…

Sürdürülebilir olmak koşuluyla, daha önemli şeyleri bozmamak koşuluyla, severek yapmak koşuluyla, sorumluluğumuz olduğu için ve bütüne katkımız olduğu sürece gelişmek ve büyümekte bir sorun yok…

Ve kendimize ya da çevremize zarar vermeye başladığımızda durmayı veya bırakmayı da bilerek…

Bir Model Oluşturmak…

ODM eğitimlerine katılanlar hatırlayacaktır. Eğitim “ODM bir modeldir” diyerek başlar. Modeller teori ile uygulama arasında bağ kurmamızı sağlarlar…

Modeller aynı zamanda basit, normal ya da karmaşık olabilirler. Örneğin ODM yüzlerce dinamiğin basit veya normal modellerini karmaşık 4 ana model içinde bir araya getirmiştir…

Bununla birlikte hepimizin hayatın çeşitli yönlerine ait genel doğrularımızdan oluşan sezgisel modellerimiz vardır. Bunlar iş modelleri olabileceği gibi örneğin anne babamızdan sezgisel olarak öğrendiğimiz çocuk yetiştirme modelleri de olabilir. Bunlar hayata ait haritamızın ve kimliklerimizin bir parçasıdır…

Peki bir model oluşturmanın aşamaları nelerdir?

İlk adım sezgisel farkındalıktır. Bir sistemi gözlediğinizde ve deneyimlediğinizde yavaş yavaş neden-sonuç ilişkilerini de anlamaya başlarsınız. Böylece bir süre sonra tam açıklayamasanız da o konu hakkında bir fikriniz olur. Bu genellikle “şu doğrudur”, ya da “bu kadarı da olmaz ki canım” vb. aşamalarıdır ve çoğu kişi zaten burada kalır…

İkinci adım “metafor oluşturma” aşamasıdır. Konu hakkında biraz daha derin düşünen insanlar (thinkers) başka sistemlerle benzetmeler kurarlar ve bunu neredeyse şiirsel bir anlatıma kadar ilerletebilirler. Böylece hem süreci öyküleştirmiş hem de daha kolay anlatılabilir hale getirmiş olurlar. “Hayat uzun bir yolculuktur. Bu yola girdiğinde sen kendini keşfettikçe yol da kendini sana açar” gibi ifadelerdir bunlar. Duyarlı, düşünceli, ağzı biraz laf yapan ve iletişimde ustalaşan (ama çok da uygulamayla ilgilenmeyen) insanlar genellikle bu aşamadadır…

Üçüncü adım “diyagram oluşturma” aşamasıdır. Burada insanlar soyut düşünürler ve kavramlarla düşünmeye başlarlar. Kavramları daha alt kavramlarla tanımlarlar ve kavramlar arasındaki ilişkileri de genellikle oklarla gösterirler. Stratejik düşünenler tek yönlü, sistemik düşünenler döngüsel oklar kullanırlar. Daha çok mühendislerin ve profesyonellerin düşünme şeklidir bu. Böylece analiz ve sentezlerle planlama yapmak, prosedür oluşturmak vb. için elinizde bir harita olur ve kompleks fikirleri daha etkili bir şekilde uygulamaya geçirebilirsiniz…

Dördüncü adım “kavramsal modeller”dir. Olayları kavramlara indirgeyerek yapısal olarak anlarlar. 3. adım daha çok uygulamaya yönelikken bu adım işin içine teoriyi de katar. Böylece teori ve pratiği birleştirmiş olur. Örneğin psikoterapi ekolleri bu aşamadadır. ODM de bu aşamadadır ve bunu sistem düşüncesini kullanarak yapar. Yani olaylara yapısal, dinamiksel, döngülerle çalışan ve dinamik kombinasyonları olarak, çok katmanlı, doğal ve düzenleyici sistemi de birleştiren 3 boyutlu bir ağ olarak bakar. Uygulamayla da bunun sağlamasını yapar. Bu yüzden çoğu psikoterapi ekolünün aksine hem entegre hem de uygulanabilir olan nadir modellerdendir…

Beşinci adım “matematiksel modeller”dir. 3. ya da 4. aşamadaki modelinizi ispatlamanız için matematiğe dökmeniz gerekir. Burada artık iyice teoriye kaymanız gerekir. Akademisyenler bilimsellik sınırını buraya çekmeye çalışırlar ama uygulamalı bilimler bu kısma çok kafa yormazlar. ODM henüz buraya ulaşamamıştır. Bu hem insan davranışlarını matematiğe dökmenin zorluğundan hem de benim matematikçi olmamamdan kaynaklanıyor…

Altıncı ve son adım da “Hesaplanabilir Modeller”dir. Bu modelinizi deyim yerindeyse bir bilgisayar oyunu haline getirdiğiniz aşamadır. Bilimsel araştırmalar sonucu sistemdeki her dinamiğin rolü matematiksel olarak tanımlanmıştır ve dinamikler arası etkileşim bu sayede doğru olarak simule edilebilmektedir. Kapalı sistemlerde bugün için bu aşamaya gelinmiştir (Mars’a robot yollama görevi gibi) ama açık sistemlerde (meteoroloji tahminleri gibi) gidilecek daha uzun bir yol vardır…

Gördüğünüz gibi hayatı anlamak uzun bir yolculuk ve insanlık hep bunun peşinde. Çünkü hayatı anlarsa kendisini de anlayacağını düşünüyor. Doğru oluşturulmuş modeller de bu yolculukta hataları azaltmaya yardımcı oluyor…

Yolunuz bilim olsun. Yüreğinizi de unutmayın…

Optimum Denge dediğimiz şey bir sistemin amacına uygun fonksiyonlarını
yerine getirmesi ve bunu bir düzen içinde sürekli yapabilmesi
Bu iki eşik arasında dinamik bir denge olarak yürür. Sistem bu eşiğin
üstünde çalışırsa fazla zorlanır yani sürdürülemez hale gelir, altında
çalışırsa da fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanır yani verimsizleşir.
Yani birinde motor fazla çalışır ve kayış atar, değerindeyse devir düşüktür
ve yavaş çalışır.
Bu durum vücudunuzdaki bütün organlar için geçerlidir. Hiperglisemi ve
hipoglisemi şeker miktarınız için, hipertansiyon ve hipotansiyon ise kan
basıncınız için olanının adlarıdır.
Aynı şey beyindeki tüm yapılar için de geçerlidir. Limbic sisteminiz az veya
aşırı çalışabilir ve bunların yarattıkları sorunlar farklıdır. Aynı şey
prefrontal korteksiniz veya bazal ganglianız için de öyledir…
Ve bu ruh haliniz için de geçerlidir. Aşırı uyarılmak ya da kayıtsız kalıp
tepki vermemek arasında optimum denge alanları vardır…
İşletmeler, aileler ve toplumlar için de bu böyledir. Hiperde fazla
giderseniz motoru yakarsınız, hipo’da ise geri kalırsınız…
Tüm bunları basitçe anlama yoluysa sistemdeki stress düzeyine bakmaktır.
Fazla stres yıpratıcıdır ve arızalara sebep olur, azı ise huzurludur ama
sizi yavaşlatır…
Stress düzeyinizi dengede tutun, hepsi dengeye gelir…

Bilmek ve yapmak bir araya geldiğinde yapa-bilmek ortaya çıkar. Ve
yapa-bilmek olmaya giden yoldur…
Peki niye?
Düşünce ve düşünce bir araya gelip bir (pekiştirici) döngü oluşturduğunda
genellikle düşünceler içinde kısılıp kalırız. Bu ya düşünceye karşıt düşünce
üretme ve kısır döngüye girme alışkanlığımızdan ya da düşündükçe daha alt
sistemlere gitmenin yarattığı karmaşadan olur. Biyolojimiz buna limbic
sistemin aşırı aktivasyonuyla ya da bilindik adıyla depresyonla karşılık
verir…
Eylem ve eylem bir (pekiştirici) döngü olduğundaysa yine bir süre sonra
kitleniriz. Çünkü düşünmeden eyleme geçmişizdir ve oluşan hataları çözmek
için yine aynısını yaparak bir kısır döngü oluştururuz…
İşte bazı insanlar düşünmede ve eylemsizlikte ustalaşırken bazıları sürekli
eylem halindedirler ama verimsizlikte ustalaşırlar. Üstelik ilk grup
diğerini düşüncesizlikle, ikinci grupta ilkini tembellikle suçlar…
Akıl-emek dengesi işte bu yüzden önemlidir. Bilmek ve yapmak önce
yapa-bilmeye ve sonra da olmaya böyle gider…